Ekleme
Tarihi: 20 Ekim 2025 -Pazartesi
Zaman zaman aklıma gelen fikirleri köşe yazısına dönüştürmek için bir süre düşünmem gerekiyor. Fakat bir müddet sonra unutuyorum. Bu sefer öyle yapmayayım hemen yazıya dökeyim.
Biz, Müslümanlar olarak ayet ve hadislerde bildirilen emirleri yerine getirirken bunları bir başka açıdan da değerlendirmek gerekir.
“Eşinin bir özelliğini sevmiyorsan öbür özelliğini sevmeye çalış” hadis-i şerifini okuyunca dilimden “uygulanmış olsa bu tavsiye, kim bilir kaç tane boşanmayı engeller” diye güncel bir soruna kaydı aklım. Hayatın kusurlu taraflarını giderecek böyle cümlelere/tavsiyelere daha dikkatli bakmak gerekir. Bir örnek olsun diye söyledim bunu.
Modern, çağdaş ve seküler hayat, bireyi ve onun haklarını, arzularını, isteklerini önemserken kendisini İslam'ın karşıtı bir yere konumlandırıyor. Çünkü İslamiyet’te paylaşmak, cemaat olmak ve sıla-i rahim yapmanın öneminden bahseden emirler çok. Günümüzde bazı gençlerin İslam'la irtibatının zayıf olduğunu var sayarsak -ki öyledir- onlara İslam dininin günlük hayatta ne kadar etkin bir yer tuttuğunu anlatmanın bir yolu da budur.
Esasen kelime-i tevhid'in ruhunda da bu vardır desem yanlış olmaz. Bâtılı reddetmeden hani, Hakkı kabul etmenin makbul olacağı da söz konusu değildir.
“Lâ ilâhe” (ilah yoktur) önce reddedeceksin sonra da “illâllah” (ancak ve ancak Allah vardır) diyeceksin ki imanın makbul olsun.
Bâtılı reddetmeden kabul edilmiş bir İslam, Allah katında kabul edilmeyeceği beyan edilir.
Meseleye bir başka açıdan bakacak olursak: “İngiliz Misyonerleri” veya “İngiliz Misyoneri Hamper'in Hatıraları” isimli incecik kitabı okuduğunuzda görürsünüz.
Batılı güçler, İslam'ın güçlü prensiplerini tespit ettikten sonra onları zayıflatabilecek kavramları üretmişler. Dolayısıyla seküler zihniyetin ürettiği her kavram veya uygulama İslam dininden bir parçayı törpülüyor sanki.
Benim teklifim şimdi bunun tam tersi. Seküler, çağdaş, modern dünyanın (küfür sisteminin) içinde gözlerini açmış olan gençlere veya bu çarkları arasında hayat sürmeye çalışan Müslümanlara, inanca uygun yaptığımız her davranışın batıldan nasıl bir parçayı yok ettiğini hatırlatmak.
Haftanın bir sabahı dostlarla bir araya geliyoruz camide. Yasin-i Şerif okuyoruz, duamızı yapıyoruz, Kur’an’dan ilhamla muhabbet açıyoruz ve en sonunda "dostlar, pazar sabahı yaptığımız bu faaliyet modern zihniyetin ürettiği haftanın altı günü çalış yedinci günü dinlen. Öğleye kadar yat, geç uyan ailenle bir ol; pazartesi günü tekrar kapitalizmin sisteminin çarklarında güçlü kuvvetlice yerini al anlayışına bir dik çıkıştır” diyerek batıldan neyi kopardığımızı da vurgulamaya çalışıyorum. Doğrudur, eksiktir, yanlıştır tabii bu benim tespitim.
O tarihleri okuyanlar bilirler ki İslamiyet geldiği toplumda haram olan şeyleri kaldırdı ve helalleri yerleştirdi. Cahiliyeden kalma güzel hareketleri devam ettirdi. Bazı eksik ve kusurları da tedavi ederek olgun bir İslam toplumu oluşturmaya çalıştı.
Biz de bu yönde adım atmalı Bâtılın karşısında Hakk’ı hakim kılmak için nereye vurmamız gerektiğini bilmeliyiz.
Bu konuda farklı bir tespit daha yapalım. Tanzimat edebiyatımızdaki şiirin aynı harf ile bitmesini önemseyen “göz için kafiye” ile aynı harfe gerek yok diyen “kulak için kafiye” tartışmasının bile arka planını konu edinebiliriz. Koskoca bir divan edebiyatının takip ettiği usul gereği kafiyenin göz için olduğunu savunan Muallim Naci’nin ilhamını Kur’an-ı Kerim'in ayetlerinden aldığını düşünüyorum. Bunun karşısında geleneksel şiir anlayışını yıkmak için çaba sarf eden zihniyetin temsilcisi Recaizade Mahmut Ekrem ise “kulağa hoş gelmesi yeterlidir” deyip o kadim anlayışı yerle bir etmeye başlamış ufak ufak.
Meseleyi yeterince örneklendirip anlatabildim mi bilmiyorum ama çok barışçıl, çok birleştirici, çok şirin gözüküp batılın da aramızda ya da yüreğimizde yaşamasını hoşgörü ile karşılamamalıyız. Artı olarak ne yaptığımızı; eksi olarak neye tepki verdiğimizi açıkça bilmeliyiz, vesselam.