Bu günlerde Peter Sloterdijk’ın Küreler’de tarif ettiği o seranın içindeymişiz gibi. Sloterdijk, modern toplumda güvenliği bir tür bağışıklık sistemi olarak düşünür. Evler, siteler, sınırlar, uluslar… Hepsi dışarıdaki “tehlikeli” atmosferden yalıtılmış, klimatize edilmiş güvenli balonlar gibidir. Sera metaforu tam da bunu anlatır: İçerideki narin hayatları yaşatmak için dışarısı mutlak biçimde reddedilir.
Ancak seranın bir özelliği daha vardır. Camı incedir. Dışarıdaki hava içeri sızdığında, içeridekiler dışarıdakilerden çok daha hızlı zarar görür. Çünkü bu düzen, dayanıklılık değil, kırılganlık üretir. Güvenlik ya vardır ya da bir anda çöker; esnemez.
Tam da bu kırılganlık, güvenliği yalnızca bir koruma meselesi olmaktan çıkarır ve onu sosyolojik bir rejim hâline getirir.
“Kimin hayatı yaşamaya değer, kimin hayatı yası tutulabilir sayılır? Güvenlik rejimi, belirli hayatları ‘korunmaya muhtaç’ olarak çerçevelerken, diğerlerini ‘kaybedilmesi göze alınabilir’ olarak kodlar. Şiddet, işte bu ayrımın yapıldığı sınırda başlar.”
— Judith Butler
Güvenlik, modern toplumlarda yalnızca tehlikeye karşı alınan önlemlerden ibaret değildir; toplumsal hayatın hangi sınırlar içinde akacağını belirleyen bir düzenleme biçimidir. Bu rejim, neyin normal, neyin sapma olarak tanımlanacağını; kimin izleneceğini, kimin görmezden gelineceğini belirler. Dolayısıyla güvenlik, yalnızca koruma değil, aynı zamanda seçme ve ayıklama pratiğidir.
Bu ayıklama gündelik hayatın olağan akışı içinde çoğu zaman fark edilmez. Ancak toplumsal düzen zorlandığında, sera görünür hâle gelir. Kriz, yalnızca ekonomik ya da yönetsel bir sorun değildir; toplumsal ilişkilerin taşıma kapasitesinin aşılmasıdır. Böyle anlarda sistem kendini yeniden ayarlamak zorunda kalır. Bu ayarlamalar çoğu zaman köklü dönüşümler değil; geçici boşaltmalar, esnemeler ve dolaşımı yeniden kurma hamleleridir.
Ceza adalet sistemi bu ayarlamaların en somut biçimde gözlemlendiği alanlardan biridir. Burada güvenlik, mutlak bir ilke olmaktan çıkar; yönetilebilirlik meselesine dönüşür. Kimlerin içeride kalmasının “zorunlu”, kimlerin dışarıda olmasının “idare edilebilir” olduğu, ahlaki bir tartışmadan çok işlevsel bir hesapla belirlenir. Ve bu hesap, toplumsal eşitsizliklerden hiçbir zaman bağımsız değildir.
Tam da bu noktada güvenliğin cinsiyetli karakteri belirginleşir.
“Eril koruma mantığı iki ucu keskin bir bıçaktır: Sizi ‘dışarıdaki’ canavarlardan koruduğunu iddia eden el, genellikle sizi evin içinde itaatkâr ve sessiz olmaya zorlayan elin ta kendisidir.”
— Iris Marion Young
Kadınlar, güvenliğin hem nesnesi hem de sınırında yer alır. Bir yandan korunması gereken hayatlar olarak tanımlanırken, diğer yandan bu korumanın ne kadar sürdürülebileceği sürekli pazarlık konusudur. Kadınlara yönelik şiddet çoğu zaman “özel alan”, “istisnai durum” ya da “bireysel mesele” olarak çerçevelenir; böylece güvenlik serasının merkezine hiçbir zaman gerçekten alınmaz.
Sosyolojik açıdan bakıldığında, güvenlik politikalarının kadınlar üzerindeki etkisi doğrudan değil, dolaylıdır. Düzenin hangi noktada esnetildiği, hangi risklerin kabul edilebilir sayıldığı, kadınların gündelik hayatında güvenlik hissinin ne kadar kırılgan olacağını belirler. Seranın her yeniden ayarlanışı, kadınlar için yeni bir belirsizlik alanı yaratır.
Bir kadın tarafından yapılan güvenlik değerlendirmesi bu nedenle yalnızca bir “duyarlılık” meselesi değildir; yapısal bir zorunluluktur. Çünkü kadınlar, güvenliğin sorunsuz işlediği varsayılan alanlarda değil, seranın camının çatladığı boşluklarda yaşar. Şiddetin görünmezleştiği, sorumluluğun dağıldığı ve “normal” hâle geldiği yerler tam da bu boşluklardır.
“Her düzen bir ayıklama işlemidir; ve her ayıklama, kaçınılmaz olarak ‘ıskartaya çıkarılmış’ hayatlar üretir. Güvenlik dediğimiz şey, bu atıkların ana sisteme geri sızmasını engelleme tekniğinden başka bir şey değildir.”
— Zygmunt Bauman
Belki de artık güvenliği, düzenin devamı için yapılan ayarlamalar üzerinden değil; bu ayarlamaların kimleri seranın dışında, kimleri içeride ama kırılgan bıraktığı üzerinden tartışmak gerekiyor. Aksi hâlde güvenlik, hayatları koruyan bir ilke olmaktan çok, eşitsizlikleri yönetmenin teknik bir aracına dönüşmeye devam edecek.
Güvenlik Serası: Kırılgan Bir Düzenin İçinde Yaşamak
Güvenlik Serası: Kırılgan Bir Düzenin İçinde Yaşamak
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.
