“–Yaptığımız duâlar niçin kabul olmuyor?” diye soranlara İbrahim bin Edhem Hazretleri şu cevabı verir:
“–Cenâb-ı Hakk’ı bilirsiniz, buyruğunu tutmazsınız.
Peygamber’i bilirsiniz, sünnetlerini yerine getirmezsiniz.
Kur’ân okursunuz, amel etmezsiniz.
Hak Teâlâ’nın nimetlerini yersiniz, şükretmezsiniz.
Cenneti bilirsiniz, onu istemeyi bilmezsiniz.
Cehennem vardır dersiniz, ondan lâyıkıyla sakınmazsınız.
Ölüm vardır dersiniz, hazırlanmazsınız.
Bu kadar fenalıkla duânız nasıl müstecâb olsun?!.”
Günah işleyeceksen, bari Allâh’ın nimetini yeme!
➢Hem Hak rızkını yiyip hem de O’na âsî olmak revâ mıdır?!.
YÜKSEK ÖLÇÜLER
Şakîk-i Belhî ile İbrahim bin Edhem Hazretleri’nin, birbirlerini irşâd için yaptıkları bir gönül sohbeti esnasında Şakîk-i Belhî Hazretleri sorar:
“–Geçim husûsunda ne yaparsınız?”
İbrahim bin Edhem;
“–Bulunca şükreder, bulamayınca sabrederiz!..” der.
Şakîk-i Belhî Hazretleri;
“–Bunu, Horasan’ın köpekleri de yapar!” deyince, bu defa İbrahim bin Edhem sorar:
“–Ya siz ne yaparsınız?”
Şakîk-i Belhî Hazretleri şu cevabı verir:
“–Bulursak şükredip infâk ederiz.
Bulamadığımızda yine şükredip sabrederiz.” (İbn-i Hallikân, Vefeyât, I, 32)
SABIR, ŞÜKÜR ve RIZÂ
İbrahim bin Edhem Hazretleri, hacca niyetlenir ve yaya olarak yola çıkar.
Yolda giderken, cins devesi üzerine kurulu, mağrur bir kabîle reisine rastlar.
Reis, İbrahim bin Edhem Hazretleri’nin yaşlı hâliyle tek başına yola çıkmasına ve görünürde de bir azığının olmamasına çok şaşırır. Bu sebeple de tuhaf bakışlarla sorar:
“–Ey ihtiyar, nereye gidiyorsun böyle?”
İbrahim bin Edhem Hazretleri ise sükûnetle;
“–Haccetmek niyetiyle Kâbe’ye gidiyorum.” der.
Aldığı bu cevap üzerine kabîle reisinin tuhaf bakışları, yerini alaycı bir tebessüme bırakır. Bir müddet böyle devam eder. Sonra da küçümseyici bir tavırla;
“–Be hey ihtiyar! Deli misin, dîvâne misin?! Bineğin yok, azığın yok! Yol ise uzun, hem de çook uzun!
Sen bu zayıf ve ihtiyar hâlinle Kâbe’ye nasıl varacaksın? Bu uzun yola nasıl dayanacaksın?..” der.
İbrahim bin Edhem Hazretleri, karşısındaki gafil insanın gönlünü uyandırabilmek ümidiyle;
“–Aslında benim birçok bineğim var; ama sen onları göremiyorsun...” cevabını verir.
Bu sözler üzerine reis, alaycı tavrına devamla;
“–Ne olur onları açıkla da ben de bileyim...” der.
İbrahim bin Edhem Hazretleri anlatmaya başlar:
“–Benim «sabır» adlı bir bineğim vardır ki, başıma bir belâ geldiğinde onunla yoluma devam ederim.
«Şükür» adlı bir bineğim vardır ki, nimete kavuştuğum zaman onunla nice menziller geçerim.
Yine önleme imkânım olmayan ve kusurum bulunmayan bir kazaya uğradığım zaman kendi kendime;
«–Ben gaybı bilmiyorum, olanda benim için hayır vardır.» derim, «rızâ» adlı uysal bineğimle maksûduma ererim.”
Bunları dinleyen reisin alaycı tavrı, yerini şaşkınlığa bırakır. Hayretle tekrar sorar:
“–Daha başka neyin var?”
“–Bir de şu var ki, nefsim dünyevî bir arzuya yöneldiği vakit; kabirlerde benden çok daha küçük yaşta, hattâ gencecik insanların yattığını düşünerek, nefsime uymaktan sakınırım.
Zira;
Her insan ölecek yaştadır!”
Bu sözlerle derin bir tefekküre dalan kabîle reisi, İbrahim bin Edhem Hazretleri’ne uzun uzun bakar ve sonra dudaklarından şu sözler dökülür:
“–Desene, asıl yaya benmişim de hakikatte binekli olan senmişsin ey muhterem pîr!
Var yoluna devam et.
Zira bu zarif ve hakikate vâkıf gönlünle sen, nasıl olsa murâdına ereceksin.”