Yönetmen ve senaristi David O. Russell'ın olduğu "Amsterdam" adlı film, ülkemizde orjinal adıyla 7 Ekim'de gösterime girdi. Oyuncu kadrosunda; Christian Bale, Margot Robbie, John David Washington, Alessandro Nivola, Andrea Riseborough, Anya Taylor-Joy, Chris Rock, Matthias Schoenaerts, Michael Shannon, Mike Myers, Taylor Swift, Zoe Saldaña, Rami Malek, Robert De Niro gibi isimler bulunmakta. Komedi ve dram türündeki bu film 135 dakika sürmekte, ancak sürükleyici bir akışı olmadığını en baştan belirtmeliyim. Zengin kadrosuna rağmen seyircinin takdirini kazanacak bir hikaye oluşturulamamış.
Zengin Kadro, Fiyasko Sonuç
Yönetmen ve senaristi David O. Russell'ın olduğu "Amsterdam" adlı film, ülkemizde orjinal adıyla 7 Ekim'de gösterime girdi. Oyuncu kadrosunda; Christian Bale, Margot Robbie, John David Washington, Alessandro Nivola, Andrea Riseborough, Anya Taylor-Joy, Chris Rock, Matthias Schoenaerts, Michael Shannon, Mike Myers, Taylor Swift, Zoe Saldaña, Rami Malek, Robert De Niro gibi isimler bulunmakta. Komedi ve dram türündeki bu film 135 dakika sürmekte, ancak sürükleyici bir akışı olmadığını en baştan belirtmeliyim. Zengin kadrosuna rağmen seyircinin takdirini kazanacak bir hikaye oluşturulamamış.
Filmin konusu şu şekilde gelişiyor; 1930’lı yılların Amerika’sında Burt Berendsen, Birinci Dünya Savaşı sırasında beraberce çarpışmış olduğu savaş gazilerine yardım eden bir doktordur. Bir gün o ve yakın (ve askerlik) arkadaşı Harold Woodman, en işlek caddelerden biri üzerinde bir cinayete tanık olurlar ve o karmaşada katil olmakla suçlanırlar. Kaçak haline düşen iki arkadaş hem suçsuzluklarını ispat etmek hem de gerçek failleri bulmak için eskiden beri tanıdıkları Valerie Voze ile bir araya gelirler. Yönetmen Russell, senaryolarını ve dolayısıyla filmlerini önce romantik komedi, entrika filmi, dram veya polisiye film gibi değişik türlerin şablonları içinde başlatsa da sonrasında bu çerçeveleri esnetir, derinleştirir hatta bazen kırmayı başarır. Dolayısıyla yönetmen, filmlerinin belli kalıpların dışına taşmasından çekinmeyen bir isim. Özellikle yönetmenin “Dövüşçü” (The Fighter) (2010), “Umut Işığım” (Silver Linings Playbook) (2012) veya “Düzenbaz” (American Hustle) (2013) gibi en çok aklımızda kalan filmlerini hatırlayacak olursak, bu yapımlarda asla sıradan veya saf güldürü kıvamına dönüşmeyen bir mizah dozu, birbirinden renkli karakterleri karşılaştıran güçlü bir hikaye ve bildiğimiz aşk ilişkilerinin ve sevgililerin dışında yer alan karakterler bulunur. Russell, hikayesine ‘twist’ler eklemek ve tempo katmak için üç ana karakterini özenle çiziyor, onların hem geçmişlerini özetliyor hem de gelecekteki amaçlarını hissettiriyor. Burt’ün Amerika’daki nişanlısı, onun muhafazakar ve katı ailesi, hikaye ilerledikçe açığa çıkan Valerie’nin nüfuzlu akrabaları, yine hikayeye sonradan dahil olan ama sonrasında çok önemli bir yer tutan Gil karakteri gibi birçok detay görünen hikayecik veya yan karakter aslında ana üçlüyü belli bir çerçeveye oturtmak için yardımcı oluyor. Ancak yönetmenin asıl eğildiği şey, Burt, Harold ve Valerie’i arasında oluşan aşk/arkadaşlık üçgeni oluyor. Yönetmenin önceki filmlerinde güzel bir şekilde çevrelediği aykırı bir aşk hikayesi veya giderek büyüyen bir dolandırıcılık komplosu, yerini burada nereye varacağı belli olmayan bir kaotik ortama bırakıyor. Hikayenin devamında olaya müdahil olan ünlü isimler yönetmenin hakimiyet kurmakta zorlandığı büyük komplo olayında yerlerini bulmakta sorun yaşıyorlarmış gibi duruyor. Normalde hikayeye canlılık ve kişilik çeşitlemesi getirmesi gerektiren bu karakterler giderek şekillenmeye çalışan bir senaryonun kullandığı araçlar ya da onun önemsiz öğeleri gibi durmaya başlıyorlar. Geçişlerinde zaten çatlaklar veren film, yönetmenin hangi türe döneceğine tereddüt etmesinden dolayı bir türlü hedeflediği tonu tutturamıyor; esrarengiz bir cinayet olayıyla yabancı bir ülkedeki bir aşk hikayesi arasında salınıyor.
Yönetmenin önceki filmlerinin cazibelerinden biri olan konuşmaların da yerini burada ritim aksaklığı yaşayan ve giderek sıradan hale dönüşen gevezeliklere bıraktığını da hesaba katarak belirtelim ki “Amsterdam” yıldız isimlerine tutunmaya çalışan, kontrolsüz yönetimini inandırıcılıktan uzak ‘twistlerle’ örtmeye çalışan ama özellikle senaryo açısından ciddi anlamda su alan, başarısız bir yapım olmuş.
Ekleme
Tarihi: 10 Ekim 2022 - Pazartesi
Zengin Kadro, Fiyasko Sonuç
Filmin konusu şu şekilde gelişiyor; 1930’lı yılların Amerika’sında Burt Berendsen, Birinci Dünya Savaşı sırasında beraberce çarpışmış olduğu savaş gazilerine yardım eden bir doktordur. Bir gün o ve yakın (ve askerlik) arkadaşı Harold Woodman, en işlek caddelerden biri üzerinde bir cinayete tanık olurlar ve o karmaşada katil olmakla suçlanırlar. Kaçak haline düşen iki arkadaş hem suçsuzluklarını ispat etmek hem de gerçek failleri bulmak için eskiden beri tanıdıkları Valerie Voze ile bir araya gelirler. Yönetmen Russell, senaryolarını ve dolayısıyla filmlerini önce romantik komedi, entrika filmi, dram veya polisiye film gibi değişik türlerin şablonları içinde başlatsa da sonrasında bu çerçeveleri esnetir, derinleştirir hatta bazen kırmayı başarır. Dolayısıyla yönetmen, filmlerinin belli kalıpların dışına taşmasından çekinmeyen bir isim. Özellikle yönetmenin “Dövüşçü” (The Fighter) (2010), “Umut Işığım” (Silver Linings Playbook) (2012) veya “Düzenbaz” (American Hustle) (2013) gibi en çok aklımızda kalan filmlerini hatırlayacak olursak, bu yapımlarda asla sıradan veya saf güldürü kıvamına dönüşmeyen bir mizah dozu, birbirinden renkli karakterleri karşılaştıran güçlü bir hikaye ve bildiğimiz aşk ilişkilerinin ve sevgililerin dışında yer alan karakterler bulunur. Russell, hikayesine ‘twist’ler eklemek ve tempo katmak için üç ana karakterini özenle çiziyor, onların hem geçmişlerini özetliyor hem de gelecekteki amaçlarını hissettiriyor. Burt’ün Amerika’daki nişanlısı, onun muhafazakar ve katı ailesi, hikaye ilerledikçe açığa çıkan Valerie’nin nüfuzlu akrabaları, yine hikayeye sonradan dahil olan ama sonrasında çok önemli bir yer tutan Gil karakteri gibi birçok detay görünen hikayecik veya yan karakter aslında ana üçlüyü belli bir çerçeveye oturtmak için yardımcı oluyor. Ancak yönetmenin asıl eğildiği şey, Burt, Harold ve Valerie’i arasında oluşan aşk/arkadaşlık üçgeni oluyor. Yönetmenin önceki filmlerinde güzel bir şekilde çevrelediği aykırı bir aşk hikayesi veya giderek büyüyen bir dolandırıcılık komplosu, yerini burada nereye varacağı belli olmayan bir kaotik ortama bırakıyor. Hikayenin devamında olaya müdahil olan ünlü isimler yönetmenin hakimiyet kurmakta zorlandığı büyük komplo olayında yerlerini bulmakta sorun yaşıyorlarmış gibi duruyor. Normalde hikayeye canlılık ve kişilik çeşitlemesi getirmesi gerektiren bu karakterler giderek şekillenmeye çalışan bir senaryonun kullandığı araçlar ya da onun önemsiz öğeleri gibi durmaya başlıyorlar. Geçişlerinde zaten çatlaklar veren film, yönetmenin hangi türe döneceğine tereddüt etmesinden dolayı bir türlü hedeflediği tonu tutturamıyor; esrarengiz bir cinayet olayıyla yabancı bir ülkedeki bir aşk hikayesi arasında salınıyor.
Yönetmenin önceki filmlerinin cazibelerinden biri olan konuşmaların da yerini burada ritim aksaklığı yaşayan ve giderek sıradan hale dönüşen gevezeliklere bıraktığını da hesaba katarak belirtelim ki “Amsterdam” yıldız isimlerine tutunmaya çalışan, kontrolsüz yönetimini inandırıcılıktan uzak ‘twistlerle’ örtmeye çalışan ama özellikle senaryo açısından ciddi anlamda su alan, başarısız bir yapım olmuş.
Yazıya ifade bırak !
Bu yazıya hiç ifade kullanılmamış ilk ifadeyi siz kullanın.
Okuyucu Yorumları
(0)
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.